29 Eylül 2009 Salı

Bitirilemeyen Ülke

Sokaktan geçen birisini çevirin. Türkiye hakkımda ki görüşlerini sorun. Size bir anlatır ki üniversitede rektör zannedersiniz. Anlattığı şey ise genellikle aynıdır; Türkiye üzerinde oynanan oyunlar, dış güçlerin alavere dalaveresi, kardeşi kardeşe düşüren güzel planlar falan. Bu liste uzayıp gider. Anlatan kişi haklıdır zaten, Osmanlıların yükseliş devrinde başlamış ve hala devam etmekte olan oyunları bilmeyen yoktur. Konu burdayken herkes birşeyler anlatabilir. Kendi bakış açısından gördüklerini paylaşabilir. Ben öyle yapmayacağım...

Eğer bize anlatılanlar, bizim gördüklerimiz doğru ise bu ülkenin ayakta kalması bir mucize gibidir. Asırları geçen oyunlar topluluğu nasıl olur da bu kadar az hasarla atlatılabilir? Nasıl mı? Aile yapısı ile. Türklerin ailelerine bağlı bir millet olduğunu herkes bilir. Bu aile yapısı, bu bağlılık o kadar gelişmiştir ki iki kardeşi birbirine düşürseniz bile onlar ilk BAYRAMda barışacaktır. Yapılan her ne olursa olsun birbirlerini affedecektir. Şüphesiz ki bunun derinlerine indiğiniz zaman saklı tek gerçeği görmek çokda zor değil. Din kavramı özellikle de Müslümanlık aile yapısına önem vererek aslında hiçbirşey yapmadan otursak bile başımızda ki belaları savuşturmamıza yardımcı oluyor. Durum bu haldeyken, emellerine ulaşmaları için yapılabilecek tek şey nedir? İkilem çıkarıp insanların dinimi nefretle sorgulamasını sağlamak...

Dikkatli olmak lazım.

26 Eylül 2009 Cumartesi

MEB'ten sağ gösterip sol vurma!

Kısa bir süre önce YÖK istifalar ile sarsıldı. İlk vakitler pek anlam verememiştim, "insanlar bizleri (Meslek lisesi öğrencilerini) neden üniversiteli yapmamak adına bu kadar çaba sarf ediyor" diye düşünür olmuştum. Daha sonra bir kaç kaynaktan öğrendiğim bilgileri toplayarak baktığımda gördüm ki meslek liselerine gümüş tepsiyle sunulan bu hediye (Katsayıların kalkması) aslında İmam Hatip Liselerine altın tepsi ile sunuluyormuş. Bu konuda çok yorum yapmaya gerek yok. Beni çok sevindiren bir olay bu.

Gel gelelim bu kanun ile neler değiştiğine...
Okulun ilk günü (24.09.09) yine aynı yazılı kağıtları okumak için okul müdürü topladı karşısına bizi. Öğrenci işte dinler mi? Lakin araya öyle birşey sıkıştırdılar ki duymamak mümkün değil. Haftalık ders saatleri 40'a çıkmıştı. Ne demek bu? Hergün tam tamına 8 ders. Hayatının en güzel çağını yaşayan bir insan için bu süre azımsanacak bir süre midir? Böyle bir sistemin, insanların basbas "Çocuklarınızı okula yollayın" diye bağırdığı bir ülkede eğitime zarar vermemesi işten bile değil. İkinci eğitimin (öğlencilik) bitiş saati 20:30 olarak ayarlanmış. 1-2 saatlik yoldan gelen genç kızlarımız tedirgin olmayacak mı? Bir düşünün insanlar hergün gazetelerden tecavüz, kaçırılma, cinayet haberlerini deste deste okuyor. Hangi aklı başında insan bırakın kızını erkek evladını bu saatte dışarıda tutar? Saat 21:30 da eve giren bir insan nasıl sağlıklı ders çalışabilir? Öğrenci milleti sosyal hayat ve çevre edinebilmek için illa okuldan kaçmak zorunda mı? E peki öğretmenlerin, emekçilerin bu konudaki tek kazanımı uyuyamamak mı?

Maalesef ki, söylenenler ile yapılanlar aynı kapıyı göstermiyor. Öğrenciler artık bir denek gibi kullanılıyor. Okula gittiğine gideceğine pişman oluyor. Hadi hayırlısı...

Facebook'ta Paylaş